Saturday, November 26, 2011

Saf ve Düşünceli Romancı 1: Saflık ve Düşüncelilik Üzerine


Blog’u açarken daha çok çevirilerden bahsedeceğimi düşünmüş (ve ilan etmiştim). Oysa zamanla yazmak istediklerim (başka raflarda yer bulamadığım şeyler) çeşitlendi. Elbette çeviri hakkında eleştiri yazabilmek için hem kitabı orijinal dilinde hem de çevrildiği dilde okumak gerekmesi de yavaşlattı beni. Okuyup da hakkında yazmak isteyeceğim bir iki kitabın İngilizce orijinallerine ucuza (beleşe e-book olarak) ulaşamayınca yan konularda da yazıp blog çayırını boş tutmayayım bari dedim. Şimdi ise, hiç olmazsa nasıl olsa edebiyatla ilgili yazacağım diye söz vermiş olmaya sığınıp beş bölümlük bir incelemeye başlıyorum. Özünde, inceleme Orhan pamuk’un son kitabı Saf ve Düşünceli Romancı üstüne olacak. Hem benim kritiğim, hem de okuduğum diğer kritiklere dayanacak bu inceleme ama amacım, eğer becerebilirsem, bunu aynı zamanda Orhan Pamuk’un romancılığı ve roman üzerine yazdıklarından yola çıkarak roman sanatı üstüne kısa bir denemeye çevirmek. Zevkle okunsun umuduyla!

Orhan Pamuk’un kitaplarında beni kendine en fazla çeken kimi zaman kusursuza yaklaşan hikaye anlatıcılığıydı. Değişik yöntemler denemekten korkmadan, tek bir anlatım tekniğine saplanmadan, anlatacağı hikayenin ruhuna uygun yöntemi arayıp çıkartmaya çalışması cazip kıldı Orhan Pamuk’u benim için. Kara Kitap, Benim Adım Kırmızı, Masumiyet Müzesi, Yeni Hayat (şimdi öne süreceğimi okusa Orhan Pamuk karşı çıkar büyük ihtimalle) arka planlarında ya da yazılışlarına yol açan ilhamın ardında ortak bir tema (doğu – batı çekişmesi/çatışması/sentezi/sentezlenememesi, Nobel komitesinin ödül duyurusunu falan koyun buraya işte) olsa da başka başka teknikler gerektiren birbirinden çok farklı hikayelerdi ve o birbirinden farklı anlatımları hep tek bir zihinde buldular. İşte bu yüzden Orhan Pamuk’un 2008’de Harvard’da verdiği Charles Eliot Norton seminerlerinin kitaba dönüştürülmüş halini belirli bir merakla bekledim. Kurmaca ve roman üstüne Orhan Pamuk’u farklı kılan kimi nüveleri göreceğimi umuyordum. Kitabı okuduktan sonra aradığımı bulamamakla kalmadım, iyiden iyiye Orhan Pamuk’un batıyla (ve batı edebiyatıyla) ilişkisini tam da batılı bir oryantalistin bekleyeceği şekilde kurduğuna ikna oldum.   

Sanırım işe önce kitabın adıyla, daha doğrusu kitaba adını veren ilhamla başlamak lazım. Saf ve Düşünceli Romancı Orhan pamuk’un kendine kulağa sempatik gelen bir sıfat giydirme çabası değil. Schiller’in şiiri ve şairleri incelediği (bunu yaparken de aslında insanları ve hayata yaklaşımlarını sınıflandırdığı) ünlü Über naive und sentimentalische Dichtung’una gönderme yapıyor. Kitabın ilk bölümünde Schiller’in şairleri nasıl saf ve sentimentalische (Türkçe’ye çevirmeme sebebimi iki satır sonra göreceksiniz) oalrak ikiye ayırdığını, saf şairin anlattığını nasıl sanki hiç kendinin farkında değilmiş, sanki zaten dile gelmesi gereken bir şeyi ortaya döken araçtan ibaretmiş gibi yazdığını ama buna karşın sentimentalische şairin hep yaratım süreciyle, kendi zihniyle ve yarattıklarıyla ilişkisinin farkında (ve bu farkında olma halinin sıkıntısını çeker halde) olduğunu anlatıyor. Ve diyor ki romancılar ve roman okurları, iki grup da, bu iki hal arasında gidip gelirler. Şiirler ve şairler biri veya diğeri olabilir ama romanlar, romancılar ve okurları ikisi birden olurlar çoğu zaman (sayfa 15-18). Müsaade edin tam burada ufak bir durak yapalım ve Orhan Pamuk’un sentimentalische kelimesini İngilizceye ve Türkçeye nasıl tercüme ettiğine bakalım.

Orhan Pamuk, eğer çok fena yanılmıyorsam, Norton seminerlerini İngilizce olarak verdi. O derslerde ve kitabın İngilizce baskısında sentimentalische’yi İngilizce’ye sentimental (duygusal) olarak çevirmesek daha iyi, en azından Schiller’in bahsettiği şey günlük anlamda algıladığımız şekliyle duygusallık değildir diyor ve reflective kelimesini kullanmayı öneriyor (yansıtan, ama aynı zamanda contemplative, yani düşünceli, kendi kendine bir şeyleri düşünüp anlamlandırmaya çalışan anlamına da geliyor ve sanırım Orhan Pamuk’un tercihine sebep olan anlamı da bu). Aynı şekilde Türkçe baskıda da sentimentalische kelimesinin asıl karşılığı duygusaldır ama ben düşünceli diyeceğim diyor. (s. 16) Birinci bölümün geri kalanı da işte bu saflık ve düşüncelilik arasında gidip gelmeler etrafında dönüyor.

Ancak ciddi bir hata yapıyor gibi Orhan Pamuk. Çünkü Schiller açık ve seçik bir şekilde saflık ve düşünceliliğin dünyaya bakmak için birbirinin anti-tezi iki yaklaşım sunduğunu iddia ediyor. Her iki halin özelliğini birden taşımak bir yana, bu iki hal arasında gidip gelmek bile imkansız Schiller için. Oysa Pamuk’a göre roman bu iki halin hem bir arada yaşadığı bir tür ve hem yazanın hem de okuyanın iki hal arasında gidip gelmeleriyle var oluyor. Bu kendi başına yanlış bir önerme olmayabilir ama eğer değilse o zaman Orhan Pamuk - Schiller’i sadece bir referans ya da muğlak bir ilham kaynağı olarak kullanmadığını varsayarsak eğer – bir anda şiir ve şiir yazmak ile roman ve roman yazıp okumak arasında (Schiller’in yazısının edebi eleştiriler alanındaki yerini ve önemini düşününce oldukça cesurca bir şekilde hem de) temel bir farka işaret etmiş oluyor. Ama, daha sonra romanı şiirden, efsanelerden, diğer tüm yazından ayırırken bundan hiç bahsetmeyecek bir daha. O halde Orhan Pamuk ya Schiller’i biraz sığ bir şekilde alıntılıyor ya da kendi saf ve düşünceli tanımlarına etkisi kabullenilmiş batılı bir referans olarak kullanmayı amaçlıyor. Zaten birinci bölüm geliştikçe anlıyoruz ki saf ve düşünceli terimleri Schiller’in kullandığı kadar keskin olarak kalmayacaklar, hatta bir süre (birkaç sayfa sonra yani) sonra aralarındaki fark iyice muğlaklaşacak. Dünyayı algılamayla ve onu yansıtmakla alakalı iki keskin felsefi tutum Orhan Pamuk’un elinde roman yazarken (ve okurken) yaşanan heyecan (saflık) ve huzursuzluğa (düşüncelilik) indirgenecek.

Bunu bir estetik tercih olarak geçiştirmek mümkün elbette. Yazara da, yarı akademik bir deneme yazarken dahi ilham alacak bir manevra alanı bırakmak gerek. Problemli gelen şey şu: Orhan Pamuk’un elinde Schiller’in insan tiplerinin siluetleri Schiller’in elinden çıktıkları keskin ve tipoloji kurmaya uygun keskinliklerini o kadar kaybediyorlar ki saf ve düşünceli kategorilerini anlatmak için artık Schiller’in unutulmaz eserini anmaya gerek dahi kalmıyor. O zaman da ister istemez insanın aklına iki ihtimal düşüyor : a) Orhan Pamuk Schiller’i biraz tersinden anlamış, hiç olmazsa yorumunda biraz fazla esnetmiştir. Ya da, b) Orhan Pamuk kendi roman kuramına dayanak olması için sağlam (ve batılı) bir kaynağa ihtiyaç duyduğu için Schiller’e yönelmiştir.

Benimkine benzer eleştirileri İngiliz Telegraf ve Wall Street Journal’da yayınlanan kitap eleştirilerinde de gördüm, ki kitabın nasıl tepkiler aldığını sonraki yazıda daha ayrıntılı inceleyeceğim. Şimdi ilk bölümü, biraz ani bir manevrayla olsa da, burada bitiriyorum. İkinci bölümde Orhan Pamuk’un batılı kaynaklarla ilişkisine ve kitaba gelen eleştirilere daha yakından bakacağım.

1 comment:

  1. Yaptığınız kritik için küçük bir eleştiride bulunmak istiyorum. Yazdıklarınıza bir noktaya kadar katılıyorum,ancak en sonunda iki tane görüşünüzü belirtmişsiniz bu noktada birşeyler söylemek istiyorum. Orhan Pamuk kitabın başında da belirttiği gibi Schiller'in görüşünü sadece ismen almış.. Onun için bu sadece bir fikir olmuş,bunu da açıkça belirtmiş. Bunun yanında da bu kitabı paylaşım amaçlı yazdığını açık bir şekilde belirtmiş. Bu kitabın akademik olan tek yanı yazarın Norton derslerinde anlattıklarını içermesidir. Bu kitap herkes için herkesin anlayabileceği şekilde yazılmıştır. Yazarın da dediği gibi onun meslek sırlarıdır. Eğer akademik bir makale olsaydı; bu şekilde yayınlanmayacağını düşünüyorum.

    ReplyDelete