Önceki yazımda Orhan Pamuk'un Saf ve
Düşünceli Romancı kitabında beni rahatsız eden konulardan
birisine değinmiştim. Bu yazıda ise kitabın aldığı eleştiriler
üzerinden nasıl bir litmus testi görevi gördüğünden
bahsedeceğim. Doğal olarak öne sürdüğüm savların bir kısmı
için kısmi bir destek gösterebilirken bir kısmı sadece
izlenimlerden ibaret olacak.
Öncelikle kitabın batı, ama
özellikle de Britanya basınında çok da iyi eleştiriler
almadığını tespit edelim. Benim yaklaşık yarım saatlik bir
uğraş ile ulaştığım kitap yorumlarının çoğu kimi önemli
açılardan olumsuzdu. Çoğu eleştiri ağır bir jargon ile
kıvraklığını yitirmediği ve eğlenceli bir okuma sunduğu için
Orhan Pamuk'u tebrik ederken kitabı, roman sanatının incelenmesine
yeni bir bakış açısı getirmekten uzak, kimi zaman aşırı
tekrarlı ve dayandığı konuşmaları da Nobel ödüllü bir
yazarın Harvard'da Norton serilerinde dile getirmeyeceği kadar
beylik bulduklarını da vurgulamaktan kaçınmamışlar. Türk
eleştirmenlerin çoğu ise kitabın roman sanatıyla kurduğu
ilişkiden ziyade yazarının okurla kurduğu ilişkiye odaklanmış
ve samimi dilinden ve hiç olmazsa Orhan Pamuk'un roman anlayışını
açığa vurmasından dolayı pek beğenmişler. Gerek yerli olsun
gerek yabancı, eleştirmenlerin kitabı beğenip beğenmemeleri bana
sanki roman sanatı üstüne yazılmış önceki incelemelere ne
kadar vakıf olduklarıyla çok ilişkiliymiş gibi geldi.
Şöyle ki: Kundera'nın, Eco'nun,
Forster'in, ve Wood'unkiler gibi roman sanatı incelemelerine vakıf
olan eleştirmenler kitabı salt bir yazarın roman yazma ve okuma
pratiğine dair itirafları olarak görmemişler. Bence haklı
olarak, bu kadar yüksek profilli bir romancının kaleminden biraz
daha derin, biraz daha orijinal, biraz daha kapsamlı bir inceleme
beklemişler. Bu beklentiyi iyice körükleyen şey ise kitabın
dayandığı konuşmalar serisinin tarihçesi ve hitap ettiği
topluluk. Kimilerine belki de fazla yüksek gelecek bu beklentiler
karşılanmayınca da hayal kırıklığına uğramışlar. Bu arada
kitabın İngiltere'de “Roman Yazarken ve Okurken Neler Olduğunu
Anlamak” alt başlığı ile çıktığını ve iddialı amacın da
beklentileri yukarı çekmiş olabileceğini hatırlatayım. Kitabın
yazarının profili, kitabın kaynağı olan konuşmaların yapıldığı
yer ve bağlam, ve dahi kitabın İngilizce baskısının adı bile
okuru bu kitaptan “Ben böyle yazar, böyle okurum”dan öte bir
şeyler beklemeye itiyor.
Öte yandan belki de roman sanatı
üstüne yapılan incelemelere fazla kafa yormamış, ya da en
azından Orhan Pamuk'un kitabını o incelemelerle aynı rafa koymayı
düşünmediği için okurken de aklına getirmemiş eleştirmenler
kitaba çok daha sıcak yaklaşmışlar. Bir kısmının donanımı
hakkında Hiçbir bilgim olmadığı için yargıya varmaktan
kaçınıyorum ama özellikle bloglarda takip ettiğim eleştirilerin
büyük kısmı kitaba, Pamuk'un diyeceği şekilde, safça
yaklaşmış. Önceki gruptaki eleştirmenler için ise kurmacanın
kuramını da akıllarından çıkartmayan düşünceli eleştiriler
yazmış diyebiliriz belki. Aynı ayrıma zannederim okuyanlar da
tabi. Kitabı eğlenerek ve safça (saf'ı hangi anlamda kullandığımı
açıklamam gerek yok sanırım) bir zevk alarak okuyanlar roman
türünü terazinin bir kefesine Orhan Pamuk'un fikirlerini öteki
kefeye koyup tartanlar değil de Orhan Pamuk'un iç dünyasına dair
samimi ayrıntıları bulmaya çalışan ve sanki Pamuk külliyatının
merkezini külliyatın dışında bir yerlerde yazarın kendisinden
gelecek tüyoda arayanlar. Aksine, kitabı benim gibi zaman zaman
beklentilerini karşılamayacak kadar sığ bulan, bu isimle ve böyle
bir çıkış noktasından gelen bir kitapta daha fazlasını
arayanlar ise akıllarından roman üstüne yapılmış önceki
meşhur incelemeleri çıkartamayanlar galiba. Bu sınıfa dahil
olanlar kitabı Orhan Pamuk'un bir romancı olarak başarısının
bir uzantısı ya da sonucu olarak değil de onun roman sanatını
kavrayışımıza katacağı yeniliği, belki önereceği yeni bir
sentezi bekleyerek okumuş, aradığını bulamayınca da hayal
kırıklığına uğramış olan okurlar olsa gerek.
Şimdi, okuduğum eleştirilerin
arasında ön plana çıkan temaları kısaca özetleyeyim
a) Dağ, Fare Doğurdu : Bu gruba dahil
olan eleştiriler beklentilerinin karşılanmadığından ve Nobel de
dahil bir çok ödül kazanmış ve Norton konuşmalarına davet
edilmiş bir yazardan daha fazlasını bekleyip de bulamamışlar. Bu
hayal kırıklığının iki ana nedeni var. Birincisi bu kitapta
roman sanatı üstüne kapsamlı bir kuram ya da deneme bulamamış
olmak. İkincisi ise Orhan Pamuk'un detaylı incelemelerden çok
aşırı genelleyici ve kimi zaman indirgemeci savları ortaya
atıvermesi ama nadiren savunması.
b) Biz yerine Ben: Biraz fazla chicken
translate havası seziliyor bu kategoride, biliyorum. Me instead of
us yerine kullanıyorum. Bu eleştiri noktası da üsttekiyle
ilintili. Orhan Pamuk'un arada sırada fazla genelleyici şekillere
bürünmesi sadece argümanlarının içeriği ile değil yazma ve
okuma sırasında kendine olanları evrensel kurallarmış gibi tüm
okurlara ve belki daha fenası fazlaca bir destekleyici kanıtı
olmaksızın tüm yazarlara atfetmesi. Ben aslında kitabı “Orhan
Pamuk nasıl roman okur ve nasıl roman yazar?” sorusunun cevabı
olarak okumaya gayet de razıyken Orhan Pamuk mütemadiyen kendi ruh
hallerini hem okur hem de yazar evrenine teklifsizce sıvarken
aslında kişisel bir tespitin ötesine geçip bir roman kuramına
niyetleniyor. Bu ise kitaba biraz derinlemesine bakan eleştirmenlerin
gözünden kaçmamış.
c)Yar bana bir yenilik: Bu kategoride
ise Orhan Pamuk'un romana dair yeni bir bakış açısı
getirememesinden yakınan eleştiriler var. Ben bu eleştiri
noktasına kısmen katılıyorum sadece. Mesela Orhan Pamuk'un
romanın merkezi ile roman karakteri ilişkisi üzerine yazdıkları
neredeyse aynı haliyle Milan Kundera'nın Roman Sanatı adlı
eserinin ilk bölümünde var. Öte yandan özellikle roman'da zaman
olgusundan bahsederken kendi plancılığından ve anlatılmaya layık
görülen anların nasıl seçilmesi gerektiğinden bahsederken çığır
açmasa da en azından “zihin akışı” taraftarlarına ve
karakteri olay örgüsünün belirleyicisi değil tamamlayıcısı,
manzarayı doğru aktarabilmenin bir aracı olarak tarif ederken de
karakteri hem roman zamanının hem de olay örgüsünün
belirleyicisi konumuna yükselten (mesela Forster) kabul edile gelmiş
roman mimarisine karşı çıkıyor ki bu bile bence tek başına
övgüyü hak eden bir tutum. Benzeri bir plancılığın ve olay
akışına verilen önemin izlerini Manzaradan Parçalar'ında
paylaştığı roman-bölüm taslaklarında görmek mümkündü. Tek
tek her bölümün numaralanıp tek cümleyle özetlendiği bir
çizelgeyle karmakarışık ve esrarlı polisiye romanı yazarlarına
yaraşır şekilde romanı organize etmek, tam da olay akışını
merkeze alan bir yazarın yapacağı cinsten bir iş.
d) Akıcı ve eğlenceli: İstediği zaman
akıcı ve eğlenceli olmak Pamuk'un zorlandığı bir alan değil.
Masumiyet müzesinin akıp giden sade cümleleriyle hikayesini hem de
nasıl etkileyici ve samimi bir şekilde anlattığını örnek
olarak ileri sunmak yeterli zaten. En büyük yeteneklerinden birisi
zaten anlattığı konunun ve aktarmaya çalıştığı hissiyatın
talep ettiği üslubu bulup çıkarıvermesi değil mi? O yüzden
görünürde roman üstüne bir deneme olan bu kitabın da zaman
zaman sağlıklı bir Orhan Pamuk kurmacası tadı vermesi şaşırtıcı
olmamalı. Özellikle de post-modern mambo jamboya hiç bulaşmadan,
akademik jargon'dan özenle kaçınarak çok rahat okunan ama rahat
okunduğu için de olduğundan daha donanımsız gözükmeyen bir
kitap çıkartmış ortaya Orhan Pamuk.
e) Ustanı dinle çekirge: Bu gruba giren,
haliyle olumlu, eleştiriler büyük bir ustanın romancı zihninin
kıvrımlarında dolaşmanın zevkine ve eğiticiliğine değiniyor
genelde. Okurların da yazarların da bu kitaptan öğreneceği çok
şey olduğuna inanan eleştiriler de var. Yazar ve okur olarak Orhan
Pamuk'u daha iyi tanımak için iyi bir eser bu belki ama buradaki
pek çok özelliğini İstanbul ve Manzaradan Parçalar'da zaten
görmedik mi? Bu ustaya övgü haksız değil belki ama biraz yersiz.
Çünkü gerek tonuyla, gerek bağlamıyla, gerek Orhan Pamuk'un
kelime tercihleriyle bu kitap bas bas bağırıyor sadece kendini
anlatmaya yeltenmediğini. Ama Sezar'ın hakkı Sezar'a: Büyük bir
romancının zihnine biraz da olsa nüfuz edebiliyoruz.
Son olarak, yaklaşık bir senedir
okunan bu kitaba gelen eleştiriler gösteriyor ki Orhan Pamuk'a bu
kitaptan dolayı vereceğimiz not kitabı kim için ve ne amaçla
yazıldığına dair vereceğimiz kanaatle çok ilgili. Doğal
olarak. Ama yukarıda bahsettiğim çeşitli sebepler (kaynak,
tarihçe, isim seçimi, ve yazarın metindeki tonu) yüzünden ben bu
minik kitabı sadece “Orhan Pamuk nasıl yazar, nasıl okur?”
sorusu etrafında okuma ve değerlendirmenin mümkün olmadığını
düşünüyorum. Orhan Pamuk'un kendisi kitap içinde “herkesin de
bilerek bilmeyerek böyle yaptığını hissettim” (s 61) diyerek
kuramını tüm yazarlara mal ediyorsa benim ne haddime aksini
söylemek?
Sizin eleştiriniz fazlasıyla insaflı galiba, buyrun Guardian'ın incelemesinden bir bölüm.
ReplyDelete"The character of my novel's main protagonist is determined the same way a person's character is formed in life: by the situations and events he lives through. The story or plot is a line that effectively connects the various circumstances I want to narrate. The protagonist is someone who is shaped by these situations and who helps to elucidate them in a telling way." At this point there must have been uneasy glances exchanged in that elite Massachusetts room. Are you sure we've got the right Pamuk? We seem to have turned the microphone over to a middling freshman."
ufux...
ReplyDeleteguardian eleştirisini ben de okudum. kim bilir belki de o kadar sert eleştirmelerinin sebebi kitaptan beklentilerinin fazla yüksek olmasıdır. ne de olsa onlar orhan pamuk'u çevirilieri üzerinden tanıyorlar :)