Sunday, December 4, 2011

Saf ve Düşünceli Romancı 2: Eleştiri var, eleştiri var


Önceki yazımda Orhan Pamuk'un Saf ve Düşünceli Romancı kitabında beni rahatsız eden konulardan birisine değinmiştim. Bu yazıda ise kitabın aldığı eleştiriler üzerinden nasıl bir litmus testi görevi gördüğünden bahsedeceğim. Doğal olarak öne sürdüğüm savların bir kısmı için kısmi bir destek gösterebilirken bir kısmı sadece izlenimlerden ibaret olacak.

Öncelikle kitabın batı, ama özellikle de Britanya basınında çok da iyi eleştiriler almadığını tespit edelim. Benim yaklaşık yarım saatlik bir uğraş ile ulaştığım kitap yorumlarının çoğu kimi önemli açılardan olumsuzdu. Çoğu eleştiri ağır bir jargon ile kıvraklığını yitirmediği ve eğlenceli bir okuma sunduğu için Orhan Pamuk'u tebrik ederken kitabı, roman sanatının incelenmesine yeni bir bakış açısı getirmekten uzak, kimi zaman aşırı tekrarlı ve dayandığı konuşmaları da Nobel ödüllü bir yazarın Harvard'da Norton serilerinde dile getirmeyeceği kadar beylik bulduklarını da vurgulamaktan kaçınmamışlar. Türk eleştirmenlerin çoğu ise kitabın roman sanatıyla kurduğu ilişkiden ziyade yazarının okurla kurduğu ilişkiye odaklanmış ve samimi dilinden ve hiç olmazsa Orhan Pamuk'un roman anlayışını açığa vurmasından dolayı pek beğenmişler. Gerek yerli olsun gerek yabancı, eleştirmenlerin kitabı beğenip beğenmemeleri bana sanki roman sanatı üstüne yazılmış önceki incelemelere ne kadar vakıf olduklarıyla çok ilişkiliymiş gibi geldi.

Şöyle ki: Kundera'nın, Eco'nun, Forster'in, ve Wood'unkiler gibi roman sanatı incelemelerine vakıf olan eleştirmenler kitabı salt bir yazarın roman yazma ve okuma pratiğine dair itirafları olarak görmemişler. Bence haklı olarak, bu kadar yüksek profilli bir romancının kaleminden biraz daha derin, biraz daha orijinal, biraz daha kapsamlı bir inceleme beklemişler. Bu beklentiyi iyice körükleyen şey ise kitabın dayandığı konuşmalar serisinin tarihçesi ve hitap ettiği topluluk. Kimilerine belki de fazla yüksek gelecek bu beklentiler karşılanmayınca da hayal kırıklığına uğramışlar. Bu arada kitabın İngiltere'de “Roman Yazarken ve Okurken Neler Olduğunu Anlamak” alt başlığı ile çıktığını ve iddialı amacın da beklentileri yukarı çekmiş olabileceğini hatırlatayım. Kitabın yazarının profili, kitabın kaynağı olan konuşmaların yapıldığı yer ve bağlam, ve dahi kitabın İngilizce baskısının adı bile okuru bu kitaptan “Ben böyle yazar, böyle okurum”dan öte bir şeyler beklemeye itiyor.

Öte yandan belki de roman sanatı üstüne yapılan incelemelere fazla kafa yormamış, ya da en azından Orhan Pamuk'un kitabını o incelemelerle aynı rafa koymayı düşünmediği için okurken de aklına getirmemiş eleştirmenler kitaba çok daha sıcak yaklaşmışlar. Bir kısmının donanımı hakkında Hiçbir bilgim olmadığı için yargıya varmaktan kaçınıyorum ama özellikle bloglarda takip ettiğim eleştirilerin büyük kısmı kitaba, Pamuk'un diyeceği şekilde, safça yaklaşmış. Önceki gruptaki eleştirmenler için ise kurmacanın kuramını da akıllarından çıkartmayan düşünceli eleştiriler yazmış diyebiliriz belki. Aynı ayrıma zannederim okuyanlar da tabi. Kitabı eğlenerek ve safça (saf'ı hangi anlamda kullandığımı açıklamam gerek yok sanırım) bir zevk alarak okuyanlar roman türünü terazinin bir kefesine Orhan Pamuk'un fikirlerini öteki kefeye koyup tartanlar değil de Orhan Pamuk'un iç dünyasına dair samimi ayrıntıları bulmaya çalışan ve sanki Pamuk külliyatının merkezini külliyatın dışında bir yerlerde yazarın kendisinden gelecek tüyoda arayanlar. Aksine, kitabı benim gibi zaman zaman beklentilerini karşılamayacak kadar sığ bulan, bu isimle ve böyle bir çıkış noktasından gelen bir kitapta daha fazlasını arayanlar ise akıllarından roman üstüne yapılmış önceki meşhur incelemeleri çıkartamayanlar galiba. Bu sınıfa dahil olanlar kitabı Orhan Pamuk'un bir romancı olarak başarısının bir uzantısı ya da sonucu olarak değil de onun roman sanatını kavrayışımıza katacağı yeniliği, belki önereceği yeni bir sentezi bekleyerek okumuş, aradığını bulamayınca da hayal kırıklığına uğramış olan okurlar olsa gerek.

Şimdi, okuduğum eleştirilerin arasında ön plana çıkan temaları kısaca özetleyeyim

a) Dağ, Fare Doğurdu : Bu gruba dahil olan eleştiriler beklentilerinin karşılanmadığından ve Nobel de dahil bir çok ödül kazanmış ve Norton konuşmalarına davet edilmiş bir yazardan daha fazlasını bekleyip de bulamamışlar. Bu hayal kırıklığının iki ana nedeni var. Birincisi bu kitapta roman sanatı üstüne kapsamlı bir kuram ya da deneme bulamamış olmak. İkincisi ise Orhan Pamuk'un detaylı incelemelerden çok aşırı genelleyici ve kimi zaman indirgemeci savları ortaya atıvermesi ama nadiren savunması.

b) Biz yerine Ben: Biraz fazla chicken translate havası seziliyor bu kategoride, biliyorum. Me instead of us yerine kullanıyorum. Bu eleştiri noktası da üsttekiyle ilintili. Orhan Pamuk'un arada sırada fazla genelleyici şekillere bürünmesi sadece argümanlarının içeriği ile değil yazma ve okuma sırasında kendine olanları evrensel kurallarmış gibi tüm okurlara ve belki daha fenası fazlaca bir destekleyici kanıtı olmaksızın tüm yazarlara atfetmesi. Ben aslında kitabı “Orhan Pamuk nasıl roman okur ve nasıl roman yazar?” sorusunun cevabı olarak okumaya gayet de razıyken Orhan Pamuk mütemadiyen kendi ruh hallerini hem okur hem de yazar evrenine teklifsizce sıvarken aslında kişisel bir tespitin ötesine geçip bir roman kuramına niyetleniyor. Bu ise kitaba biraz derinlemesine bakan eleştirmenlerin gözünden kaçmamış.

c)Yar bana bir yenilik: Bu kategoride ise Orhan Pamuk'un romana dair yeni bir bakış açısı getirememesinden yakınan eleştiriler var. Ben bu eleştiri noktasına kısmen katılıyorum sadece. Mesela Orhan Pamuk'un romanın merkezi ile roman karakteri ilişkisi üzerine yazdıkları neredeyse aynı haliyle Milan Kundera'nın Roman Sanatı adlı eserinin ilk bölümünde var. Öte yandan özellikle roman'da zaman olgusundan bahsederken kendi plancılığından ve anlatılmaya layık görülen anların nasıl seçilmesi gerektiğinden bahsederken çığır açmasa da en azından “zihin akışı” taraftarlarına ve karakteri olay örgüsünün belirleyicisi değil tamamlayıcısı, manzarayı doğru aktarabilmenin bir aracı olarak tarif ederken de karakteri hem roman zamanının hem de olay örgüsünün belirleyicisi konumuna yükselten (mesela Forster) kabul edile gelmiş roman mimarisine karşı çıkıyor ki bu bile bence tek başına övgüyü hak eden bir tutum. Benzeri bir plancılığın ve olay akışına verilen önemin izlerini Manzaradan Parçalar'ında paylaştığı roman-bölüm taslaklarında görmek mümkündü. Tek tek her bölümün numaralanıp tek cümleyle özetlendiği bir çizelgeyle karmakarışık ve esrarlı polisiye romanı yazarlarına yaraşır şekilde romanı organize etmek, tam da olay akışını merkeze alan bir yazarın yapacağı cinsten bir iş.

d) Akıcı ve eğlenceli: İstediği zaman akıcı ve eğlenceli olmak Pamuk'un zorlandığı bir alan değil. Masumiyet müzesinin akıp giden sade cümleleriyle hikayesini hem de nasıl etkileyici ve samimi bir şekilde anlattığını örnek olarak ileri sunmak yeterli zaten. En büyük yeteneklerinden birisi zaten anlattığı konunun ve aktarmaya çalıştığı hissiyatın talep ettiği üslubu bulup çıkarıvermesi değil mi? O yüzden görünürde roman üstüne bir deneme olan bu kitabın da zaman zaman sağlıklı bir Orhan Pamuk kurmacası tadı vermesi şaşırtıcı olmamalı. Özellikle de post-modern mambo jamboya hiç bulaşmadan, akademik jargon'dan özenle kaçınarak çok rahat okunan ama rahat okunduğu için de olduğundan daha donanımsız gözükmeyen bir kitap çıkartmış ortaya Orhan Pamuk.

e) Ustanı dinle çekirge: Bu gruba giren, haliyle olumlu, eleştiriler büyük bir ustanın romancı zihninin kıvrımlarında dolaşmanın zevkine ve eğiticiliğine değiniyor genelde. Okurların da yazarların da bu kitaptan öğreneceği çok şey olduğuna inanan eleştiriler de var. Yazar ve okur olarak Orhan Pamuk'u daha iyi tanımak için iyi bir eser bu belki ama buradaki pek çok özelliğini İstanbul ve Manzaradan Parçalar'da zaten görmedik mi? Bu ustaya övgü haksız değil belki ama biraz yersiz. Çünkü gerek tonuyla, gerek bağlamıyla, gerek Orhan Pamuk'un kelime tercihleriyle bu kitap bas bas bağırıyor sadece kendini anlatmaya yeltenmediğini. Ama Sezar'ın hakkı Sezar'a: Büyük bir romancının zihnine biraz da olsa nüfuz edebiliyoruz.

Son olarak, yaklaşık bir senedir okunan bu kitaba gelen eleştiriler gösteriyor ki Orhan Pamuk'a bu kitaptan dolayı vereceğimiz not kitabı kim için ve ne amaçla yazıldığına dair vereceğimiz kanaatle çok ilgili. Doğal olarak. Ama yukarıda bahsettiğim çeşitli sebepler (kaynak, tarihçe, isim seçimi, ve yazarın metindeki tonu) yüzünden ben bu minik kitabı sadece “Orhan Pamuk nasıl yazar, nasıl okur?” sorusu etrafında okuma ve değerlendirmenin mümkün olmadığını düşünüyorum. Orhan Pamuk'un kendisi kitap içinde “herkesin de bilerek bilmeyerek böyle yaptığını hissettim” (s 61) diyerek kuramını tüm yazarlara mal ediyorsa benim ne haddime aksini söylemek?



2 comments:

  1. Sizin eleştiriniz fazlasıyla insaflı galiba, buyrun Guardian'ın incelemesinden bir bölüm.

    "The character of my novel's main protagonist is determined the same way a person's character is formed in life: by the situations and events he lives through. The story or plot is a line that effectively connects the various circumstances I want to narrate. The protagonist is someone who is shaped by these situations and who helps to elucidate them in a telling way." At this point there must have been uneasy glances exchanged in that elite Massachusetts room. Are you sure we've got the right Pamuk? We seem to have turned the microphone over to a middling freshman."

    ReplyDelete
  2. ufux...

    guardian eleştirisini ben de okudum. kim bilir belki de o kadar sert eleştirmelerinin sebebi kitaptan beklentilerinin fazla yüksek olmasıdır. ne de olsa onlar orhan pamuk'u çevirilieri üzerinden tanıyorlar :)

    ReplyDelete